17 Haziran 2015 Çarşamba

DUADAN TRAJEDİYE

"Kudüs, ey Kudüs
Seni unutursam ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun!
Eğer seni anmazsam
Eğer Kudüs’ü baş sevincimden üstün tutmazsam
Dilim damağıma yapışsın!"
(Mezmur-137)

Tevrat’ta geçen ve Hz.Davut’a atfedilen bu dua Siyonist Yahudileri bugünlere taşıyan hayat hikayesinin, bir büyük idealin kıvılcımı oldu. Bu dua asırlardır siyonist Yahudilerin dilinden düşmedi. Sonunda Yahudiler Romalıların işgali sonunda kovuldukları topraklara döndüler, Kudüs’e kavuştular ve devletlerini kurdular ancak bu kez de yaşadıkları acıların aynısını Filistin halkına yaşatır hale geldiler.
19.yüzyılın ortalarında devlet olarak tanınan İsrail, o günden bu güne Ortadoğu’da siyasal çatışmaların odağına oturdu. Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail Devleti bölgesel savaşların, çatışmaların nedeni haline geldi. Gün geçtikçe daha da kronik hale gelen Filistin sorunu nedeniyle İsrail bugün vahşetleriyle, zulümleriyle anılıyor. Yaptıkları insanlık dışı uygulamalar ve saldırganlıklarını güvenlikle izaha kalkan İsrail, kendi güvenliği için yalnızca bölgesini kontrol altına almak istemiyor, tüm Dünyayı Filistin’de uyguladığı kan, gözyaşı ve zulüm politikalarına boyun eğdirmeye çalışıyor.

İsrail’in uyguladığı şiddet politikaları, çeşitli tepkilere yol açtığı gibi diğer milletlerin Dünya Yahudilerine bakışını da olumsuzlaştırıyor ve bu durum İsrail dışındaki ülkelerde yaşayan Yahudilerde çeşitli endişelere yol açıyor. Bu tedirginlik hali İsrail’e göçü artırdığı için İsrailli kimi siyasilerin arzuladığı şey olsa da, diasporadaki Yahudilerin huzurunu kaçırıyor.

Tarih boyunca türlü zulümlerle karşılaşmış ve Hitler’in soykırımına uğrayarak bitik bir hale gelmiş olan Yahudiler’in, en zor bir anda hayal bile edemeyecekleri bir devlete kavuşmuş olmaları kendileri açısından kuşkusuz büyük bir başarı.
Yok olmakla karşı karşıya kalan ve Dünya’nın dört bir yanına kaçarak canlarını kurtarabilmiş olan bir halkın birkaç yıl içinde kovuldukları topraklar üzerinde Devlet kurması adeta yeniden diriliş sayılabilir.

Avrupa'dan kovulmalarının üzerinden on yıl bile geçmeden Devlet kurmak büyük bir başarı hikayesiydi. Kimse Yahudilerden böyle bir başarı beklemiyordu. Hitler Avrupasında, "Holokost dünyasında, Yahudilerin hiçbir onuru kalmamıştı.Yahudiler insan tozuydu. Kedi, köpeğe bile hiç böyle vurulmamıştır. Hayvanlardan da beter muamele gördüler. Hayvanlara acıyabilir, ancak Yahudilere acıyamazdınız. Yahudilik insanlık dışı bir şeydi.” Bu durumdaki bir halk nasıl oluyordu da birkaç yıl içerisinde atalar yurdu dedikleri Filistin topraklarında Devlet kuracak hale gelebiliyordu? Her ne kadar Kudüs hayaliyle yaşayan bu halkın, bir zamanlar yaşadıkları topraklarda devlet kurmak için başlattıkları çalışmalar eskiye dayansa da, kabul etmek gerek ki, İsrail devletlerinin kurulduğu tarih, Yahudilerin Dünya üzerinde en kötü şartlarda, kendilerine olan güvenin kaybolduğu bir döneme rast gelmekte. Bu durumu gerçekleştiren en önemli faktör soykırımla karşı karşıya kalan Yahudilerin devletleşme imkanını can simidi olarak görmüş olmalarıydı. Avrupa’da insan bile kabul edilmeyip öldürülen, zulme uğrayan, kovulan bir millet haline gelmesi Yahudilerin devletleşme düşüncesine olumlu etki etmiş, vaat edilmiş topraklara dönüş için bir umut oluşturmuştu. Bu umudu gerçeğe dönüştüren Yahudiler kutsal kabul ettikleri topraklarına geri döndüler ve 1948 yılında zaptettikleri Filistin toprakları üzerinde İsrail devletini kurdular. Hayallerine kavuştular ancak bu kez de daha önce orada huzur içerisinde, birlikte yaşadıkları Filistin halkına kan ve gözyaşı getirdiler.

1995 yılından bu yana Haaretz gazetesinde yazan dünyaca tanınmış bir yahudi gazeteci/yazar olan Ari Şavit, bir ütopyayla başlayan ve gelinen noktada içinden çıkılmaz bir trajediye dönüşen İsrail devletinin devletleşme sürecini, bugüne gelişi ve bugünü "Vaat Edilmiş Topraklarım-İsrail’in Yükselişi ve Trajedisi" adlı çok ödüllü eserinde akıcı bir üslupla ele alıyor. Beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan Ari Şavit’in kitabı, "Vaat Edilmiş Topraklarım tarihe dair akademik bir çalışma değil. Daha ziyade, hem önem hem de dokunaklılık arz eden ve sayısı birkaç düzineyi bulan spesifik İsrailli hikayesini anlatmak suretiyle, büyük İsrail efsanesini yeniden naklederek çağdaş ve tarihi İsrail’e yapılan kişisel bir yolculuk.
Vaat Edilmiş Topraklarım, ister Yahudi ya da Arap, isterse de kadın ya da erkek olsun, yüzlerce İsrailliyle yapılmış sayısız mülakat ve tartışmayı temel alıyor."

Atalarından bazılarının siyonist İsrail devleti için çalışmalar yaptığı bir gazetecinin kendi devletinin/milletinin hikayesini yazarken olaylara tamamen objektif baktığını iddia etmek elbette yanıltıcı olur ancak Şavit'in gençlik dönemlerinde barış yanlısı blokta yer alan aktivist bir isim olması, İsrail'in, Filistinlilere uyguladığı baskılara karşı barışçıl bir duruş sergilemesi kitabın üzerinde oluşabilecek olumsuz havayı değiştirebilecek önemli bir unsur.

Kitabın ilk sayfalarından siyonist Yahudilerin içinde Kudüs'ün bulunduğu toprakları kutsal gördükleri ve bu toprakların üzerinde bir devlet kurmanın kendilerine vaat edildiğine inandıkları ve bu inancı yerine getirmek için oldukça eskilere dayanan sıkı bir çalışmanın içine girdikleri anlaşılmakta.
"15 Nisan 1897 gecesi, küçük ve sade bir buharlı gemi, Mısır'ın Pont Said kentinden Yafa'ya seyir halindedir. Paris, Marsilya ve İskenderiye üzerinden Londra'dan gelen yirmi bir siyonist ziyaretçiyle birlikte gemide toplam otuz yolcu var. Üst-orta sınıf İngiliz Yahudilerin İsrail Yurdu'na bu şekilde yaptıkları ilk yolculuktur. Bu nedenle siyasi Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, bu yirmi bir yolcuya büyük önem vermektedir. Herzl, Filistin'de yaşayanlara özellikle ilgi duymaktadır ve burayı sömürgeleştirme beklentisi içindedir. "Bir İngiliz Yahudisi olan Şavit'in büyük dedesi Herbert Bentwich de bu önemli yolculuğu yapan ekibe başkanlık etmektedir.” Bentwich, Yahudilerin kadim yurtları olan Yehuda'ya yeniden yerleşmeleri gerektiği konusunda kararlıdır."

Büyük dedesinin izini süren Şavit’in, kitabın ilerleyen sayfalarında anlattığı, Siyonist Yahudilerin Filistinlileri topraklarından ederken uyguladıkları yok etme yöntemleri bir vahşeti andırmakta.
"1947’nin Aralık ayında, eğitim grubundaki erkeklerden bazıları, Yukarı Celile’deki küçük bir Arap köyünde ilk misilleme operasyonlarına katılırlar. Çocuklar ve kadınların yanlışlıkla öldürülmesi dolayısıyla, cesetlerinin bulunduğu iki köy evini de infilak ettirmenin iyi olabileceği konusunda karara vardılar.
Ocak ayı ortalarında, sekiz genç erkek yol kenarındaki ilk pusularını kurarak masum yolcularının tümünü öldürdükleri bir Arap taksisine makineli tüfekle ateş açarlar. Şubat ayının ortalarında bazıları komando tarzı ilk baskınlarına katılırlar ve uzak Celile köyündeki on altı taş evi havaya uçurarak altmış kişiyi öldürürler. Genç erkeklerin bazıları, köydeki tutukluların acımasızca yapılan sorgularına katılırlar. Diğerleri ise sorgulama bittikten sonra kan içinde kalmış tutukluları vadiye taşırlar. Mahkûmların infazı gerçekleşirken, bazıları gözlerini kaçırsa da diğer bazıları neşe içinde bu görüntüleri izlerler. Aynı dönemde, Safed şehrindeki çocuklardan birisi, keskin nişan alma yeteneğiyle dikkat çeker. Bu kişinin kayıt cihazımdaki sesi acımasızca. Önce bir kadını, başka bir zaman bir imamı, daha sonra ise bir çocuğu vurmuştur. Her bir Arap öldürme eylemi sonrası, Kanada yapımı nişancı tüfeğinin ahşap sapında başka bir yiv açmıştır. Toplamda elli yiv diyor."
11 Temmuz 1948 günü, eğitim grubu çocukları Lut’a yürürler. Elleri havada olan Lut sakinlerinden oluşan uzun sıraya Ulu Cami’ye doğru öncülük ederler, binlerce erkeği, genç ve yaşlıyı oraya hapsederler. Feryatları uğultuları, ağlamaları duyarlar. Kadınların ve çocukların gözlerindeki korkuyu görürler. Ertesi gün, Ürdün zırhlı araçlarının Lut’a girmesinden sonra, küçük bir camiden atılan el bombasıyla eğitim grubu liderlerinden biri yaralanır ve elini kaybeder. Bu olay, Bulldozer’i tanksavar PIAT'ı camiye ateşleme konusunda kışkırtır. PIAT operatörünün kendisi yaralandığında ise intikam arzusu daha da güçlenir. Bazı 3. Alay askerleri camideki yaralıları silahlarıyla püskürtürler. Diğerleri de etraftaki evlere el bombası atarlar. Öteki askerler de sokaklarda makineli tüfeklerini doğrultarak hareket eden her şeye ateş ederler. İntikamla dolu yarım saatin ardından, sokaklarda sayılamayacak kadar fazla, camide ise yetmiş ceset vardır"
“Benim içine doğduğum bu ulus, Filistinlileri dünyadan silmiştir. Buldozerler Filistin köylerini yıkmış, yetkililer Filistin topraklarına el koymuş, kanunlar Filistin vatandaşlığını feshetmiş ve vatanlarını ortadan kaldırmıştır.”

Bu sahneler sadece İsrail devletinin kuruluş aşamasında  yaşanmadı. 1967 ve 1975 savaşlarında da bu topraklar kan gölüne döndü. Ancak her iki savaş İsrail içinde de tartışmalara yol açtı. Bu çatışmalar nereye kadar sürecekti? Bu soruya aranan cevaplar sonucu barış görüşmeleri kaçınılmaz hale geldi.
"Yerleşimler gibi barış da 1967 ve 1973 savaşlarının bir sonucuydu. Siyonist barış hareketi, ancak 1967 ve 1973 savaşlarından sonra ortaya çıktı. Altı gün savaşı ve Yom Kippur Savaşı'nın yarattığı travmanın açtığı yeni ufuk sayesinde, barış için verilen savaş, İsrail’in kamusal alanına taşınarak merkezde yürütülen bir mücadeleye döndü.", "Altı Gün Savaş, Batı Şeria ve Gazze’nin işgalinin ardından barışın mümkün olduğuna inandık.Yom Kippur Savaşı sonrasında, haklı bir şekilde düşündük ki, İsrail barış yapmak suretiyle savaşı engelleyebilecekken bu fırsatı kaçırmıştı. Bir zamanlar barışa dair umut vardı, ama artık buralarda barış olmayacak.Yakınlarda bu söz konusu değil. Sükûnete dair umut da vardı ama sükûnet de artık buralarda olmayacak. Bu nesilde olmayacak."
Barış imkanlarının yok olmasıyla gitgide içine kapanır bir hale gelen İsrail, içerde de çeşitli çalkantılar yaşadı, yaşamakta.
“Otuz yıldan daha kısa bir süre içinde İsrail yedi farklı iç ayaklanmaya sahne oldu:Yerleşimcilerin ayaklanması,barış ayaklanması, liberal-adalet talep eden ayaklanma, Oryantal ayaklanma ,ultra-ortodoks ayaklanması,hedonist-bireyselci ayaklanma ve Filistin kökenli İsrail’lilerin ayaklanması. Devletleşme öncesindeki elli yıl boyunca uğruna savaş verilen ve devlet haline geldikten sonraki beş yıl süresince kazanılan ne varsa,bunların  hepsi 1973 savaşı sonrası yaşanan 40 yıl içerisinde fazlasıyla erozyona uğradı.Böylece,her ne kadara bu ayaklanmalar haklı ve zorunlu temellere dayansa da,bunların toplu etkisi yıkıcı oldu.", “İsrail, pek çok Müslüman arasında, dini temellere sahip husumet hissi uyandıran bir Yahudi devleti. Kudüs’ün ve Batı Şeria’nın işgali de bu husumeti artıran bir etken; ancak, İslam tarafından kutsanan bir toprakta bulunan İslam dışı egemen bir yapı olarak ve engin İslam dünyası ve ufak Yahudi ulusu arasındaki gerilimi yaratan İslam tarafından çerçevelenmiş İsrail’in bizatihi kendisi."
Barış görüşmelerini terkedip şiddet politikalarına teslim olan ve bu sarmaldan kurtulma imkanı kalmayan İsrail, sürüklendiği yolda büyük bir çaresizlik içinde. "İsrail,Ortadoğu’nun tehlikeli sularında yüzen olgun ve sağlam bir devlet yapısı olmak yerine hesabını bilmez bir çarşı haline gelmeyi tercih etti."

İsrail’i ve neden olduğu sorunları, Filistin halkı ve yok edilen topraklarındaki acı tablolarla resmeden Şavit’in bu eseri, bir İsrail vatandaşı ve gazetecisi/yazarı/kamu TV yorumcusu olması nedeniyle oldukça önemli bir çalışma. Bir kitaptan öte bir tarih ve günce sorgulaması. 

SEMİHA KAVAK
STAR GAZETE
http://haber.star.com.tr/kitap/teror-devleti-israilin-yakin-tarihi/haber-1037314


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder