9 Şubat 2020 Pazar

RÜYET



DERVİŞ ZAİM’DEN BİR RÜYA “RÜYET”


Türk kültürü, çeşitli kaynaklardan beslenmiş, asırlarca çeşitli buluşmalarla, çeşitli etkileşimlerle oluşmuş bir kültür.
Doğu kültürü içerisinde değerlendirilen Türk kültürü  bu kültürün zenginliğinden yararlandığı gibi, kendi kültür geleneğiyle yeni bir sayfa açacak düzeyde zenginliğe sahip.

Türk kültürü denince, İslamlaşmayla birlikte süzüle gelmiş bir kültürü anlarız. Geleneğin İslâmla bütünleştiği bu düşünce yapısı içerisinde tasavvuf önemli bir yer tutar. Tasavvuf, kültürümüzün her alanını son derece etkilemiş olup, her sanat dalında kendinden bir şeyler bulunduran kültürel anlamda varlıksal öz.

Cumhuriyetle birlikte başlayan Batılılaşma hareketleri kültürümüzü bir dönem tamamen Batı etkisinde bıraksa da, bu durum belirli bir dönem sonra yeniden geleneği keşfe dönüştü.

Kaotik dönem içerisinde ortaya çıkan tüm sanat eserlerinde yıkımların, savaşların, kaostan çıkış arayışlarının izleri görülür. Elbette, Türk kültür yapısı da bu dönemlerden etkilenmiştir. Ancak, zamanla bu etkinin azaldığı görülür.

Süreç içerisinde her şey kendine kalıcı bir yer arar ve bu süreçte gelenek yeniden keşfedilir. Böylece tasavvuf düşüncesi de gelenekle birlikte tüm sanat dallarında yeniden yer almaya başlar.

Günümüzde neredeyse her sanat eserinde gelenekten izler bulmak mümkün. Gelenek içerisinde önemli bir yere sahip olan tasavvuf da bu eserler içerisinde kendisine önemli bir yer edinmekte.

Geleneğin en yoğun olduğu sanat dalı kuşkusuz edebiyat. Edebiyat denince de akla ilk gelen şey şiir, hikaye, roman türünde yazılmış eserler. Her ne kadar şiirimiz hala divan şiirinin atmosferini günümüze taşıyacak zenginlikte olmasa da, gelenek hikaye ve romanlarımızda hayatın akışıyla harmanlanmış olarak karşımıza çıkmakta.

Bilhassa son dönemin popüler romanlarında gelenek olmazsa olmaz şekilde önemli bir yere sahip.
Kitap dünyamızdaki bu durum en çok diğer sanat dallarından olan sinemayı, buna bağlı olarak da televizyon dizilerini etkilemekte. Son dönemde çevrilen birçok Türk filmi ve dizisinde gelenek önemli bir yer  teşkil etmekte.
Böylece bu durum sanatın faklı dallarında karşılıklı beslenmeye yol açmakta. Artık neredeyse birçok roman, hikaye bir dizi, bir film olacakmışçasına yeni anlatım tarzları ve yeni alanlar oluşturma gayreti taşımakta.

Türk sinemasının önemli yönetmenlerinden Derviş Zaim, ikinci kitabı olan Rüyet’le roman severlerin karşısına çıktı. Derviş Zaim’i sinema seyircisi Tabutta Rövaşata, Filler ve Çimen, Cenneti Beklerken, Nokta, Gölgeler ve Suretler, Rüya gibi filmleriyle tanıyor. Ancak onun ilk sanatsal yapıtı film değil, Ares Harikalar Diyarında adlı romanı. Bu eserle 1992 yılında Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanan yönetmen/yazar Derviş Zaim ikinci romanı Rüyet’i 2016 yılında yazmaya başlamış ve 2,5 yılda bitirmiş.

Kitaba ismini veren “Rüyet” sözcüğünün sözlük anlamı “görmek”, ancak, tasavvufta “görmek” sadece gözün görme alanında olan şeyin görülmesi değildir. Bu aynı zamanda kişiyi görünen alemlerin ötesine taşıyan kalp gözü ile görmek olarak tanımlanmakta.

Kendisiyle yapılan kimi söyleşilerde de Zaim, açıkça bunu “kalpten görmek” anlamında aldığını belirtmekte.
Buradan yola çıkarak kitabın geleneğin derin kaynağı tasavvufla bağ kurduğunu anlamak mümkün.

Derviş Zaim, ilk kitabı “Ares Harikalar Diyarında” romanından önce hikayeler, senaryolar yazmış bir isim olarak yazdıklarında geçmişe yolculuk ederek buradan bireyin derinliklerine inerek onu yeni bir dünyayla buluşturmaya özen gösteren bir yazar.

Belki de bu arayışlar onu sinema sanatıyla ilgilenmeye itmiş. İlk önceleri kısa film denemelerinin ardından uzun metrajlı filmlerle izleyicinin karşısına çıkan Derviş Zaim, Türk sinemasına yeni bir soluk getiren isimlerden. Sinemaya Tabutta Rövaşata, Filler ve Çimen, Çamur, Balık ve Rüya gibi eserler kazandırmış olan Zaim, aynı zamanda yönetmenliğini yaptığı filmlerinin  senaryolarını yazan bir isim. O nedenle Zaim’i ilk kitabından, ikinci kitabına kadar yazmaya ara vermemiş olarak kabul etmeli.

Zaim, her ne kadar roman ile sinema arasında bir bağ kurmaktan yana değilse de, ikinci romanı ile  sinema diliyle anlatmak istedikleri iç içe geçmiş durumda. Buradan bakıldığında “Rüyet” , Rüya filminin bir devamı, içten içe yansıması gibi. “Rüyet” adeta bir rüya yolculuğu gibi.

Divan edebiyatının en önemli ve son mesnevisi olan Şeyh Galip'in yazdığı Hüsn-ü Aşk mesnevisiyle bağ kuran ve bu bağı roman boyu diri tutan Zaim, romandaki hikâyeyle geçmişle, gelecek, özgürlük ve yaşamsal sıkışmışlıkları kimlikler içinde bir araya getiriyor ve zaman zaman birini diğerinin önüne geçiriyor. Kişisel arzuların, yaşam gerçekleri karşısında nasıl şekilden şekile girdiğini gözler önüne seren Zaim, romanda uçsuz bütünlükle okuyucuyu anlam aramada serbest bir alanda gezindiriyor. Bu nedenle bu romana her okuyucu başka başka anlamlar yükleyebilir.

Romanda geçen hikaye, amcasının inşaat şirketinde çalışan Sine adlı bir mimarın gözünden anlatılıyor ve günümüz İstanbul’unda geçiyor. Sine, mesleğinin günümüzde büründüğü biçimden oldukça rahatsızdır. Asıl istediği, insanların rüya anlatımlarını temel alan çağdaş bir sanatla iç içe olmaktır. Ancak şartlar onu amcasının şirketinde çalışmayla buluşturmuştur. Süreç içinde şirketin borçları, mimarlık ve inşaat faaliyetlerinin işleyiş biçiminden memnuniyetsizliği onu gittikçe daha fazla rahatsız eder.

Yaşamın labirentinden bir çıkış yolu ararken eline hiç yayımlanmamış, yarım kalmış bir Birinci Dünya Savaşı hatıratı geçer. Amcası ondan bu Osmanlıca hatıratı, günümüz Türkçesine çevirmesini ister. Hatıratta, ‘Hüsn-ü Aşk’ mesnevisine yapılan göndermeler ve bu iki metin arasındaki benzerlikler ilgisini çeker.

Seksen sayfalık hatıratın ikinci sayfasında “Bu hatırat Muhip ile Rana’nın muhabbetlerini, ayrı düşmelerini,  Muhip’in Ziligurti Navgati mıntıkasındaki esaretini, firarını, Rana ile vuslat ve izdivaçlarını hikâye eder.” yazmaktadır.
Sine, hatıratta yazılanlarla kendi hayatı arasında paralellikler kurar ve bu hatırat iç dünyasını derinden etkiler ve buradan iç dünyasına yansıyanlardan ruhunu huzura erdirecek bir ipucu bulabileceğini düşünmeye başlar.

Zaim’in romanı geçmişle kurduğu ilişkiyi sürekli kılan bir roman olsa da okuyucuyu sıkmıyor. Oldukça kolay okunabilecek bir anlatıma sahip. Batı kültür kaynaklarıyla kurulan bağın, gelenekle birlikte bütünleştiği roman böylece farklı kültürel yaklaşıma sahip olan okuyucuyu aynı nokta üzerinde buluşturuyor.

Romanında Doğu – Batı gerilimini aşmaya çalışarak trajedi ve ironi arasında yeni bir dil oluşturmaya çalışan  Zaim, bu uçları yumuşatarak ara yolları keşfetmeye çalışıyor. 

Roman bir tür modern mesnevi denemesi gibi. Ne kadar başarılı? Okuyucu karar vermeli...

Semiha Kavak
HECE Şubat 2020




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder