13 Şubat 2020 Perşembe

"SOLUĞUNU SUSARAK AÇTI DİRENCİN YOLCULUĞU"


“Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur…
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin…”

Nuri Pakdil, iç dünyasını Kudüs sevgisiyle yoğurmuş, düşüncesine Kudüs’ü odak etmiş bir entelektüeldir. Bütün edebi eserlerinde bu ruhun yansıması görülür. Kudüs onun adeta yol haritasıdır. Ancak, bu yolun belirginleşmesi bir sürece dayanmaktadır. Bu yol adım adım örülse de temelinde bir uzak hedefe yönelişin izleri vardır.
İstanbul’dan yola çıkan, Mekke’yle buluşan ve Kudüs’e uzanan bir yoldur Pakdil’in yolu.

O nedenle; Nuri Pakdil, “Benim dünyamda, İstanbul’un özel bir yeri, Kudüs’ün daha özel bir yeri vardır. Yüreğimizin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır. Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmaktır, özgürlüğüne kavuşturmaktır.” diyordu.

Pakdil, bir başkaldırı yazarıdır. Bir itirazla başlar Pakdil’in başkaldırısı. Ve bu itiraz yazdığı her şeyin çekirdeğini oluşturur. Onun şairliği, yazarlığı, sanatçılığı, düşünürlüğü parça parça ele alındığında hep bu izlere rastlarız. Ancak, her eserinde bu gerçeklik aynı düşünceye sahip çağdaşlarında olduğu gibi kendini çıplak şekilde ele vermez. Devamı olan bir sanatsal etkinliğin parçası gibi durur yazdıkları. O nedenle, onun yazım macerasını bütünden ayıranlar şairliğine, yazarlığına, sanatına parça parça eleştiri getirirler. Kimi şairliğini, kimi oyun yazarlığını, kimi de düşünürlüğünü yok farz etmek ister. Oysa, yazdıkları hangi türde yazılmış olursa olsun her eserinde aynı yöne bakışın izleri kendini ele verir.

Nuri Pakdil, yazılarını öz Türkçe ile yazdığı için, vaktiyle, paylaştığı düşünce dünyasındaki insanlar tarafından gerekli ilgiyi görmez. Özgün bir dille yazmasının yanı sıra, mana özneli olarak kullandığı dilde sınır tanımaması anlaşılmasını zorlaştırır.

Onun dil tercihi Nurullah Ataç etkileşimi olarak görülebilir. Ancak gerçekte durum böyle değildir. Dilde yeniliği tercih etmesinin ana nedeni, dile dayalı bozulmayı, aynı metotla onarmayı seçmesidir. Dilde yenilikçiliği onu Ataç’la aynı düşünce düzleminde buluşturmaz. Aksine, düşünce dünyaları birbirine zıt olduğu gibi, dildeki sadeliği de Ataç’tan farklıdır. Pakdil, anlaşılır ve zamanla dile yerleşen kelimeler kullanır, kelimelerini özenle seçer. Bu konuda şöyle der; “Bir ulusun dilini, en çok o ulusun yazarları, ozanları, aydınları geliştirir, zenginleştirir. İnanmalıyız dilimizin gücüne, sevmeliyiz dilimizi. Titizlik göstermeliyiz sözcüklerin seçiminde.” (Biat II S.29)

Nuri Pakdil’in başkaldırısı Türkiye’nin geleceğini Batılılaşmada, Batılılaşmanın da geçmişle bağın koparılması şeklinde ortaya çıkmasına bir isyandır adeta. Düşüncelerini en sarih olarak ortaya koyduğu, “Biat” adlı eserlerinde bu yanlışa ve sonuçlarına açık bir dille, ısrarla parmak basar.

“Yönümüz Batı’ya çevrileli beri, ulusumuza, uyum yapamadığı, bilinçle yapmak istemediği bir özü, yabancı bir özü öğretmek istiyorlar, benimsetmek istiyorlar… Kendi kendisi olan bir ulus oluncaya değin direniş gerekli. Kişinin de en büyük yanı, kendi kendini kuran yanı, direnebilmesidir…

1923 devrimi hep gündemde bulunmalı, yabancılaşma sürecindeki konumumuz sürekli vurgulanmalı, üzerinde düşünülmelidir.”( Biat-S.11-12)
Pakdil’e göre, bu süreç yabancılaşmanın başladığı bir süreçtir. “Uzun yıllardır uygarlığımızı bırakıp, nasıl olursa olsun, ne olursa olsun, Batılılara benzemeye çalışıyoruz. Onların sözlerini tutmadan, onların kurumlarını almadan, onların yasalarını uygulamadan sorunlarımızı çözemeyeceğimiz kanısına varmışız. Nasıl düşünüyorlarsa biz de öyle düşüneceğiz; düşüncenin en iyisini onlar bilirler çünkü. Avrupalılar birer örnektir önümüzde. Öyküneceğiz onlara. Batılılaşmak dediğimiz yabancılaşma böyle başlamadı mı?” (Biat-II S.12)
“Bir uygarlığın ürünüdür insan. ‘Ben hangi uygarlığın ürünüyüm şimdi?’ diye her Türk sormalı kendi kendine. Ulus bilinci böyle böyle oluşur içinde insanın” (Biat II S.124)

Ona göre yabancılaşma nedeniyle sanatımız boşlukta sallanmaktadır. “1923 yabancılaştırma girişimlerinden beri sanatımızın, edebiyatımızın boşlukta sallanır gibi duruşu, çağımızda uygarlıkla eş anlama gelen geleneklerimizden uzaklaştırılmış olmamızdan ileri gelmiyor mu?”(Biat II-78) diye sorar.

Nuri Pakdil’in Batı eleştirisi, ağırlıklı olarak yine Batılı yazarların eleştirilerinden beslenir. Yazılarında, sıkça Camus ve Sartre gibi Batı uygarlığını eleştiren yazarların söylediklerine atıfta bulunur. Onun Doğu-Batı karşılaştırması bir kültür karşılaştırmasından ziyade çöküş içindeki uygarlıkla, sürekli diri olan bir uygarlığın karşılaştırması gibidir. Batı uygarlığının geleceği olmadığına vurgu yapar.

Bir Yazarın Notları –I adlı eserinde dile getirdiği gelecek tasavvuru bir temenniden öte Batılı birçok yazarın da parmak bastığı bir öngörüye dayanmakta;
“Çok kalmadı mı diyorsunuz? Çökmesine mi? Avrupa uygarlığının mı? İyice görülüyor mu diyorsunuz? Nee? Çöktü bile mi? Nasıl, çünkü? Çok ah aldı da ondan mı? Ortadoğu halklarının mı ahını aldı?
Afrika’yı da mı hep düşünüyorsunuz? Hep sömürüldü diyorsunuz Afrika, ha? Gene Ortadoğu halkları içinden fışkırdı, fışkıracak mı? Ney? Evrensel insan siyasası mı? Avrupa’nın hakkından bu mu gelecek? Görür gibi misiniz? Hem de buradan mı?” (S.16)

Her atmosferde kendini “Ben, antikapitalist, antifaşist, antinazist, antisiyonist, antisosyalist ve en önemlisi de Türkiye özelinde olmak üzere antifiravunist bir bilince ve iradeye sahip devrimci bir yazarım.” diye tanıtan Nuri Pakdil, yaşamını hep bu minval üzere, hep bu heyecanla hep bu dirilikte tutmaya gayret etti. Onun emperyalizmin her türlüsüne, yabancılaşmaya karşı sürekli yüklenen bir öfkesi vardı. Yazılarında bu öfke bir şekilde kendini açığa vurur hep. “Benim için yazı yazmak bir bakıma savaşmak demektir. Çünkü yazılarımda, her türlü putçuluğa karşı, her türlü yabancılaştırmaya karşı, her türlü sapmalara karşı vermekte olduğum savaş anlatılmaktadır. Yazılarımda kirli mülkiyet tutkusunun insanı ele geçirmesi anlatılmaktadır. Yazılarım, kapitalizme ve sömürü düzenine karşı bir tepkiyi, bir eleştiriyi ifade etmektedir.” diyen ve  insanı yeniden İslâm hamuruyla, inançla inşa etmeye adayan birini devrimci olarak tanımlamaktan daha doğru ne olabilir?

Nuri Pakdil, İslami edebiyata yeniden devrimci ruh aşılayan, geleneğin derinliklerinden süzülmüş bir düşünceyi çağın ötesine taşımayı hedefleyen tevhidi bir soluktu.
Onun filizlendirdiği düşünce atmosferi sadece bir dönemi değil, geleceği de kuşatacaktır.
Kudüs’ü merkeze alan düşüncelerin her daim canlı olacağını düşünürsek, her Kudüs anıldığında onu hatırlayacağız. Ve her devrimci heyecanda onun sözleriyle iç dünyamızı yoğuracağız.

SEMİHA KAVAK
KİTABİST
Şubat 2020




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder