8 Nisan 2020 Çarşamba

Gönlü Doğu'da, Aklı Batı'da Bir Osmanlı Aydını



Tanzimat'ın  en üretken ve popüler yazarlarından biri kabul edilen Ahmet Mithat Efendi, hem eserleriyle, hem de temel düşünceleriyle  geçmişin düşünce ve edebiyat dünyası anıldığında ilk akla gelen  isimlerden birisidir. Tarih, felsefe, biyoloji, fizik, astronomi gibi çeşitli alanlarda 200'ün üzerinde eseri olan  Ahmet Mithat yazdıklarına bir edebi eser titizliğiyle eğilmediği, üslûp, imla gibi edebiyatçıların önemli gördüğü unsurlara dikkat etmediği için zamanındaki ve günümüzdeki bazı sanatçı/düşünürler onu edebi yönden önemli görmezler. Daha çok yazım çeşitliliği ve yazım amacı değerlendirme konusu yapılır.

Neredeyse her konuda bolca yazdığı için kendisine“kırk beygir gücünde yazı makinesi” denen bu üretken yazarımız, eserlerinde üslûbu kadar dile de önem vermemiş, çeşitli türlerde ürettiği eserlerinin halk tarafından rahat okunmasını sağlayacak sade bir dil olan halk dilini kullanmıştır. Amacı toplumun tümüne okumayı, edebiyatı, çeşitli sanat dallarını sevdirmekti. Yazdıkları her ne kadar üslûp ve dil yönünden tartışılıp, Batı’ya göre okuma oranı oldukça düşük olan Osmanlı halkı için yazdığı düşünülse de; dünya, onun yazdıklarına ilgi göstermiştir. Ahmet Mithat,  Osmanlı sınırlarının dışında da tanınan ve okunan evrensel bir yazardı. Yalnızca Osmanlı'da değil dünyada da ilgiyle okunurdu; “Bugün Türk dünyasının hemen her yerinde dikkatle takip edilen ve eserleri heyecanla okunan bir yazar var mıdır? Benim bildiğim, yok! Ama yüz küsur yıl önce, Ahmet Mithat Efendi, bütün Türk dünyasında okunan bir yazardı." Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Mithat Efendi'yi Unutmayalım (Zaman Gaz.01.10.2012)

Aslında bir gazeteci olan Ahmet Mithat’ın 1878'de çıkarmaya başladığı ve yayın hayatını 1921'e kadar sürdürmüş olan Tercüman-ı Hakikat gazetesi Osmanlı basın tarihinin en uzun ömürlü ve etkili yayınlarından biri olmuştur. Yalnızca bu durum bile onun istikrarlı ve amaçlarına ne derece sadık olduğunu ortaya koyar. O dönemlerde uzun süreli bir gazetenin devamını sağlamak kolay gerçekleştirilebilecek bir şey değildi. Üstelik o devirde yaşadığı maddi sıkıntıların boyutu neredeyse zirve yapmıştı. Ama buna rağmen Ahmet Mithat Efendi  yine de gazetecilik alanında öne çıkan isimler arasında sayılmaz. Daha çok roman ve öyküleriyle kendisinden söz ettirmiştir. Romanları bir okul niteliği taşır. Kolay okunan romanları üzerinden Osmanlı halkına çeşitli mesajlar ve bilgiler sunar.

Romanlarında, romantizmin etkileri bulunan Ahmet Mithat, olayların akışını kesip, okuyucuya anlattığı konularla ilgili yer yer ansiklopedik bilgiler sunarak, onların çeşitli konulardan bilgi edinmesine önem verir. Eserlerinde toplumsal yargıları sık sık sorgular. Toplumun gelenek ve göreneklerini, inançlarını, kadın erkek ilişkilerini, kadın hareketlerini, sosyal yaşamı  sık sık ele alır ve Doğu ile Batı arasındaki görüş farklılıklarını derinlemesine irdeler.

Okuyucuyu sıkmamak için yer yer anılara ve fıkralara da yer veren Ahmet Mithat, roman üslubunda da daha rahat okunabilecek, okuyucuyu daha rahat saracak yöntemlere başvurur. Bu nedenle öykü ve romanlarında meddah tekniğini kullanmıştır ve hiçbir tür sınırlaması yapmaz. Tek amacı vardır herkesi sarmalayabilecek şekilde farklı alanlarda yazmak ve daha çok insana bunları okutmak. O nedenle eserleri tür  bakımından macera, aşk, tarihi, polisiye gibi çeşitlilikler gösterir.

Ahmet Mithat, Batılı yazarları  anımsatan türlerde de romanlar yazmıştır: Alexandre Dumas Pere tarzında macera romanı (Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş), Jules Verne tarzında fen ve gezi romanı (Acab-i Âlem, Ahmet Metin ve Şirzad), tarihi roman (Arnavutlar-Solyotlar, Yeniçeriler, Süleyman Musuli), polisiye roman (Haydut Montari, Esrar-ı Cinayet, Hayret), realist roman (Felatun Bey ile Rakım Efendi, Karnaval, Henüz On Yedi Yaşında) ve Emile Zola tarzında natüralist roman (Müşahedat, Taaffüf) bunlara örnek olarak sayılabilenlerdir.

Ahmet Mithat’ın romancılığını, değerlendiren Mehmet Kaplan, bu konuda şunları söyler: “Ahmet Mithat Efendi romanlarında o devir Türk toplumunun kıymet hükümlerine, hayat görüşüne uygun müspet ve menfi tipler yaratmıştır. Bu tipler, çoğu kahramanları adlarıyla canlandıran sabit karakterli şahıslardır. Mithat Efendi, daha çok zıt karakterleri karşılaştırarak, Karagöz ve Ortaoyunu’nda olduğu gibi konuşturur ve daima kıssadan hisse çıkarmaya çalışır.”
Ahmet Mithat Efendi birçok alanda ilk denebilecek şeylere imza atmak istemiştir. Edebiyatımızın ilk hikaye örnekleri olan Letaif-i Rivayet adlı 24 kitaplık dizi ona aittir. Ayrıca tiyatro alanında da çalışmalar yapmış, “Açıkbaş, Ahz-i Sar, Ziba” adlı kitaplarıyla dram ve operet türlerinde ürünler vermiştir.

Oyunlarında toplumun yabancılaştırılması, izleyici/dinleyiciyle doğrudan diyalog kurup onları bizatihi konunun içine sokmak gibi geleneksel tarzda izlere sık sık rastlarız.
Ahmet Mithat yalnızca kendi yazdığı eserlerle yetinmemiş çeşitliliğine yabancı eserlerin çevirilerini  de katmıştır. Fransızca'dan yaptığı roman çevirileri, Batı yazınının ilk çeviri örneklerini oluşturur.
Özet olarak denilebilir ki; Ahmet Mithat Efendi, edebiyatımızın konu ve tema ufuklarını  alabildiğine genişletmiş nevi şahsına münhasır bir Osmanlı düşünürü, yazarıdır.

Bu kadar çeşitli konularda eserler yazmış olup, asıl amacı topluma okumayı sevdirmek olan bir düşünürün elbette bir toplum ideologyası, bir gelecek projeksiyonunun olmaması mümkün değildir. Hele yaşadığı dönem düşünüldüğünde bu adeta imkansızdır. Yaşadığı dönem Osmanlının son dönemleridir ve Batı Osmanlı karşısında önemli bir yükselişe geçmiştir. Osmanlı parçalanma ve yok olma sinyalleri vermektedir. Ahmet Mithat Efendi'de diğer birçok Osmanlı aydını gibi Osmanlının son döneminde çöküşün bütün ağırlığını hissediyor, bu girdaptan nasıl sağlıklı bir bünyeye ulaşılacağına akıl yoruyordu. Edebiyat ve sanat alanında bu kadar çeşitliliğe yönelmesi ve halkın kitaba, okumaya karşı ilgisini artırmak isteyişinin ana nedeni de buydu.

Çağdaşlaşmayı Batı Üzerinden Düşünen Bir Aydın

Ahmet Mithat Osmanlı'nın yeniden dirilişinin bireylerinin geliştirilmesine bağlı olduğunu düşünüyor, gelişen bireylerle oluşan yeni toplumun kendine çıkış yolu bulabileceğine inanıyordu. Eserlerinde çeşitliliğe önem vererek toplumun tüm kesimini bir arayışa ve gelişime teşvik eden Ahmet Mithat böylece Osmanlının, Batı'ya yetişebileceğini, gelişerek yeniden dinamik bir devletin ortaya çıkabileceğini düşünüyordu.

O günler dikkate alındığında bu mücadeleyi veren onlarca isim ve onlardan müteşekkil oluşumlar görmekteyiz. Bunların her biri Osmanlının yeniden dirilişi için düşünceler üretiyor, bunların hayata geçirilmesi halinde yeniden görkemli günlere kavuşulabileceğine inanıyordu.
Ahmet Mithat’ı çağdaşlarından ayıran en önemli özellik, içinde bulunulan durumu doğru kavraması ve hayalci değil, realist olmasıydı. Osmanlının çöküş yıllarında  (belirttiğimiz gibi) birçok akım gelişmiş, bilhassa Batı'da eğitim görmüş olan bazı aydınlar çöküşün önüne geçmek  için Batılı modelleri ülkeye aynen aktarmak ve böylece Batılı bir model oluşturmak için fikirler üretmiş, tek kurtuluş yolunun Batılı gibi olmak olduğu düşüncesinde olmuşlardır. Bunların bazıları  İslam dininin Batılı olmaya engel olduğu gibi uç düşünceleri de ileri sürmüş ve İslam dininin terkedilmesi halinde daha kolay kurtulup medenileşeceğimizi, böylece eski gücümüze erişebileceğimizi ileri sürmüşlerdir.
Osmanlının geleceğini Batının teknoloji ve kültürel seviyesine ulaşmak olarak gören Ahmet Mithat Efendi ise görkemli  bir Osmanlı ütopyasından çok gerçekçi bir gelecek projeksiyonu çizmeye çalışmıştır. Bunu yaparken Batılı insan modelinin değil, Osmanlı yani İslamın inşa etmeye çalıştığı insan modelinden hareket edilmesinin doğru olacağını düşünmüştür.

Ona yakın düşüncelere sahip olan çağındaki bazı Osmanlı düşünürlerinden ayrılan en önemli yanı, o düşünürlerle en çok karşı karşıya geldiği ana konu budur. Uzun zaman fikri bir mütalaa içerisinde bulunduğu Namık Kemal ile ayrıştıkları ana konuların başında da bu konu gelmektedir.
Namık Kemal, Osmanlı’nın  Batı’yı tümüyle bünyesine alması halinde eskisi gibi görkemli günlerine kavuşacağını öne sürer ve bunun olacağına tek bir gerçek gibi inanırdı. Oysa Ahmet Mithat Osmanlının çökmekte olduğunu, külleri üzerine kurulacak olan devletin yeni bir Anadolu devleti olarak tahayyül edilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Batı modelinde yeni bir devletin kurulmasından yana olduğu kadar, bu devletin Osmanlı düşüncesini de dışarda bırakmayan devletçi, gelişmeci ve muhafazakar bir yeni devlete dönüşmesinin bir kurtuluş olduğunu düşünür.

Ahmet Mithat Efendinin birbirinden çok farklı alanlarda yazdığı eserlerinde yer yer zıtlıkların bulunmuş olmasını kimileri onun tutarsızlığına yorsa da, eserlerinde ortaya çıkan birbiriyle zıt durumların yaşadığı  buhranlı dönemlerdeki düşünce dalgalanmaları içinde değerlendirmek daha doğru olur. Abüdlhamit’e karşı oluşu, sonradan ise ona hak verir noktalara gelmesi ve kendine ismini verdiği Ahmet Mithat Paşa’yla ters düşmesi hep  o dönemin gelgitleri içerisinde değerlendirilmelidir.
Bu gelgitlerin en önemli mihenk taşı durumunda olan Abdülhamit karşıtlığını ise yalnızca Ahmet Mithat gibi düşünürler değil, İçlerinde Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman Said-i Nursi gibi pan-islamist  isimlerin de ona dönemsel olarak karşı olduklarını düşünürsek bunun tek ölçü olarak kabul edilmesinin yanıltıcı olduğunu söyleyebiliriz.

A.Mithat’ın Rodos sürgününden sonra ortaya çıkan görüş farklılıklarını bir ana değişim olarak değil, taşların yerli yerine oturması olarak değerlendirmeliyiz. Ahmet Mithat  çeşitli evrelerden geçerek yeni şeyler öğrenmiş ve sürekli fikirlerini olgunlaştırmıştır.

Rodos sürgününde çok övdüğü ve yaşamı boyunca örnek verdiği Batı’ya körü körüne bağlanmayı kıyasıya eleştiriler getirdiği “Felatun Bey’le Rakım Efendi” adlı romanı onun gerçekçiliğinin bir yansımasıdır. Romantik üslupla yazdığı bu romanda, Felatun Bey, Batı'ya özenen, halktan uzaklaşan ve alafranga davranışlarıyla gülünç duruma düşen bir tiptir. Rakım Efendi ise, akıllı, yeniliklere açık, eğitime önem veren, çalışkan bir tiptir; Rakım Efendi, Ahmet Mithat Efendi'nin kendi düşüncelerini yansıttığı bir roman kahramanıdır adeta. Yalnızca bu romanından yola çıkarak bakılsa dahi  Ahmet Mithat Efendi’nin Batı’ya körü körüne, gözü kapalı  aşıklardan biri olmadığını anlayabiliriz.
Ahmet Mithat’ın gençlik yılları Tanzimat sonrasında ortaya çıkan Batılılaşma döneminin hız kazandığı yıllardı. Eğitimini Rüştiye’de tamamlamış, Fransızcayı kendi özel gayretleriyle iyi derecede öğrenmiş olması onun düşünce ufkunda önemli gelişmelere yol açmıştır. Ayrıca ona kendi ismini vermiş olan Mithat Paşa sayesinde devletin işleyişini, devlet ilişkilerini de yakından tanımış olması ona ciddi avantajlar sağlar. Rusçuk’ta bulunduğu yıllarda Mithat Paşa ile yakın ilişki kurma şansına sahip olmuş, yine Rusçuk’ta kendisini edebi yazılar yazması için yönlendiren Şakir Bey ile olan yakın arkadaşlığı edebiyat ve sanatın toplumu değiştirmede ne derece etkin olabileceği fikrini daha iyi kavramasına yol açmıştı. Gençlik yıllarında, Batı’nın gelişmesiyle ilgili görüşlerini şekillendiren olaylar arasında, Mithat Paşa ile gittiği Bağdat’ta, Osman Hamdi Bey gibi Batı kültürünü yakından tanıma fırsatını bulmuş, yakından takip ettiği Voltaire,  J.J. Rousseau,  Mirabeau, George Sand, Victor Hugo, Schiller, Alexsandre Dumas, Alexsandre Dumas Fils, Balzac, Paul de Kock, Jules Verne, Octave Feuillet, Emile Gaboriau, Emile Zola, Benjamin Disraeli, Marie de Flahaut, Gubervil gibi isimler sayesinde de düşünce dağarcığını geliştirerek daha sağlıklı, daha yere sağlam basan düşünceler üretmesinin önünü açmıştır.

1889 yılında II. Abdülhamit tarafından Stockholm’da, düzenlenmis olan 8. Müsteşrikler Kongresi’ne Osmanlı delegesi olarak gönderilmesi ise ona Batı’yı yerinde görme ve inceleme fırsatı sunmuş toplam 71 gün süren Avrupa seyahati süresince, gezdiği Marsilya, Paris, Köln, Hamburg, Kopenhag, Berlin, Cenova, Lozan, Viyana ve Trieste sehirlerinde Batı üzerindeki kanaatlerini pekiştirmiştir. Bu tarihten sonra yazdığı eserlerde bu seyahatlerden elde ettiği gözlemlere sık sık yer vermiştir.
Hayatı boyunca elde ettiği, bilgi ve deneyimler Ahmet  Mithat Efendi’yi Osmanlı halkının Batı karşısında kültürel yönden oldukça zayıf olduğunu, ahlaki ve manevi yönden ise oldukça ileri olduğu fikrine götürmüştür. Osmanlı halkı Batı İnsanı gibi okumayı sever ve manevi zenginliğini korursa ayakta kalabilir ama bu sadece sınırları daralmış milli bir devlet olur kanaatindeydi. Ahmet Mithat Efendi bu düşüncelerinden dolayı  manevi yönden Doğulu, kültür ve teknik yönden Batıyı savunan Batıcı/muhafazakar olarak değerlendirilebilir. Kısaca diyebiliriz ki Ahmet Mithat Efendi’nin aklı Batıda, kalbi ise Doğu’daydı.

SEMİHA KAVAK
Dosya - TEMRİN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder