19 Şubat 2015 Perşembe

İMGEDEN GÖRMEYE


“Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler.
“Görme konuşmadan önce gelmiştir.” Bu yargıya sahip olan Berger, görmenin sözü doğurduğu üzerinde ısrarla dururken aslında görme olmayınca, düşünme, yorumlama, betimleme de yapılamaz demeye getirmektedir.
“Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez.” Sözünde de bunu ısrarla vurguladığını görmekteyiz. Demek ki görme düşünmenin, yorumlamanın, betimlemenin, kısaca bütün kavramsal eylemlerin yaratıcısı, besleyicisi ve değiştirip dönüştürücüsüdür.
Batı pozitivizmi anlamayı ve tanımayı görmeye odaklamıştır. Bu mantığın temel sorunsalı görmediğini kabul etmemeye dayanır ki, bu da görmenin anlama ile organik bağını koparan bir anlayışa sahiptir. Batı hala bu düşünce içindedir. Oysa görme, hem apaçık oluşuyla hem de gizli ve kapalı yanlarıyla bir bilinmezlik taşır.
Bu düşüncenin Batı’daki temsilcisi Berger’in Görme Biçimleri’ne dikkat kesilmemiz Batı’nın akılcı katı gerçeğini daha iyi görmemize olanak sağlar.  Batı’nın modernizm putuna karşı verdiği mücadelenin idollerinden birisi olan Berger, kitap boyunca görmenin Batı’daki biçimleriyle savaşır.
Yaşam içerisinde görme ile birlikte algılama, tanıma, anlamlandırma yetimizi geliştiririz. Gördüklerimizi anlamlandırmaya çalışırken de içinde bulunduğumuz kültürün, eğitimin, yaşama bakış açılarımızın etkileriyle bir biçim oluştururuz. Görsel imgelerimiz bu biçimler doğrultusunda oluşur.
Bir imge yeniden yaratılan görünümdür. Başlangıçta varolmayanı canlandırmak amacıyla yapılan imgenin zamanla canlandırılandan daha kalıcı olduğu anlaşıldığında imgenin eski ve yeni arasındaki düşünce, inanç, kültür farkları da çeşitli görme biçimleriyle böylelikle irdelenerek ortaya konmuş olur.
Görme Biçimleri’nde John Berger’in en çok üstünde durduğu nokta imgelerin özde aynı kaldığı, değişenin ifade ve görme biçimi olduğuydu.
Berger, büyük bölümü görsellikten oluşan klasik nitelikli Görme Biçimleri adlı eserinde gizli kalan, kapalı, anlaşılmaz ya da batınî olanı insanlara açarken, insanın sıradan görme biçimlerini alt üst ederek sıradışı algılayışlara kapı aralamıştır. Bu Batı pozitivizminde olmayan bir bakış açısıdır.
Batı algılayışında görmenin bir yaratım biçimi olması imgeleri “görme”ye hapseder. Hapsedilen imge yalnızca bilgiyle şekillenir, fakat bu bilgi Batı’da pozitivist bilgidir. Yani neden-sonuç ilişkisine bağlı çelişmezlik ilkesi olan kurallı, görülebilen, elle tutulabilir somut olan gizlisi olmayan bir bilgi.
Doğu dünyasında ise bilgi bütün bunların yanında gizil olanı da içinde barındıran metafizik boyutu olan, bir “görme biçimi” teklif eder. Batı rasyonalizmi ise bu algıya ancak sürreal resimle başlayabilmiştir.
Realizm öncesinde ise romantizmin beslediği ana bilgi damarı olarak aydınlanmanın hışmına uğramıştır. Batı’nın romantizmin kıymetini bilemediğini Berger’in kitabı okunduktan sonra çok daha net anlaşılabilir.
Çünkü romantizm insanın çok boyutlu dünyasındaki serüvene çıktığı zaman o çok boyutluluğun gerektirdiği bütün görme biçimlerini önemser ve ciddiye alır. Aydınlanmanın romantizmi karanlıkta bırakan yapısı, boyutsuzluğu Tanrı-insan’ı yaratırken onun eşyaya, doğaya hatta kendine bile yabancılaştığını ve böylece görme biçimlerini rencide edici şekilde hadımlaştıran bir yapıya da bürünmüştür.
Resimli denemelerin yer aldığı kitapta, bazen dikkati anlatılmak istenenden farklı yere kaydırmamak için yayımlanan imgeler üzerine hiçbir bilgi verilmemiştir. Bu görmeye dair kasıtlı bir biçim denemesidir kitabın. Bir kısmında ise hem sözcükler hem de imgeler yer alır.


Kitap boyunca sözün imgeyi değiştirdiğine dair o kadar çok örnek sıralanır ki bütün bu örneklerin Batı resminde bir derinlik sağlayabildiğini fakat kültürüne bu biçimlerin ve derinliğin asla yansımadığını görmek oldukça şaşırtıcı.
Van Gogh’un intihar etmeden önce ekin tarlası ve kargalar isimli tablosunu örnek gösteren Berger, renk cümbüşü içerisinde mısır tarlasının ve kargaların melodik dansıyla bir görsel şölen sunar. Fakat sayfayı çevirdiğimizde Berger’in o hin, kışkırtıcı ve görme algımızı küçümseyen ve balyoz indirircesine sarsıcı kurgusuyla karşılaşırız.
Nedir o kurgu?
Tablonun altındaki nottur:
“Bu Van Gogh’un kendini öldürmeden önce yaptığı son resimdir.”
Ve hemen ekler Berger; “Sizce söz imgeyi değiştirdi mi?”
Bu, bilginin de görmeyi değiştirebileceğini gösterir. Bilgi nesneye atıf yapar onunla olan yakınlığı belirler. Bütün yargıları, fikirleri, açıları değiştirme potansiyeline sahiptir.
Bu bakış açısı bilginin görmenin de önüne geçerek imgeyi farklılaştırdığını, başkalaştırdığını, dönüştürdüğünü, değiştirdiğini, karmaşıklaştırdığını ve saydamlaştırdığını gösterir.
Bilgi , sonradan kazanılan bir olgudur. Birey kendi  çabaları ve girişimleriyle bilgiyi elde edebilir. Bilginin elde edildikçe büyüyen boyutu çabaların da hangi oranda yüksek olduğunun  bir göstergesidir.
İnsan bir bilgiye yönelmek istediğinde önce o bilgiyi istediği için üzerinde düşünmeye başlar. Mesela bir çocuk bir nesnenin ne olduğunu sorduğunda onunla ilgili soru, o nesne ile ilgili bilmek istediği ayrıntıları içerir. Bir kediyi görüp de “Bu nedir?” diyen çocuk kediye dair bir bilginin isteği içerisindedir.
Ve verilen cevap (bilgi)  çocuğun o nesneye bakışını da şekillendirir.
Düşünmek kişiden kişiye değişir. Kişinin bunu içsel olarak içinde mesele edinip harekete geçirmesi gerekir. Bu süreç bilinçli bir süreçtir.
Bilgiye ne kadar bilinçli bir gidişat sağlanırsa bu yöneliş bireyi mutlak olan sonsuzluğa götürür.
Mutlak bilgi görmeyi nasıl etkiler?
Felsefi alandaki düşünürlerin teorileri (Kant, Laplace, Newton) fizik ve metafizik alanlarının açıklanmasında bugün eski sağlam zemininden yoksun kalmıştır. Ancak kendi dönemlerine ilişkin açıklamaların etrafında dönüp durulmakta mutlak hakikate ulaşmada bu teoriler her zaman doğru bilgiye gidebilmede yetersiz kalmaktadır. Her ne kadar mutlak bilgiye ulaşmada vesile olsalar dahi bir türlü nihai hakikate bağlanamayan teorilerdir. 
Mutlak bilgi iyi olan tüm hasletlerin ve görme açılarının pür gerçekliğidir.
Semiha Kavak 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder