8 Mayıs 2014 Perşembe

BİR SÜRGÜN HİKAYESİ: YÜRÜYEN DUVAR




"Hararet nârdadır, sacda değildir
Keramet baştadır, tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir." Hacı Bektaş Veli

İlk Türk Yörük Romanı Yürüyen Duvar'da Melamilik, Bektaşilik, Mevlevilik ve Alevilik olağanüstü bir şekilde anlatılıyor. Tekin Yayınevi'nin Balkan Edebiyatı Dizisi kapsamında yayınlanan roman, 2012 yılında Makedonya'da "Ratsin" adını taşıyan yılın en iyi romanı ödülüne sahip.

İlhami Emin'in "Yürüyen Duvar"ını bir kalıba sokmak; bu eseri yalnızca 'Roman' ya da 'Tarihi Roman' diye adlandırmak, hem yazara hem de okuyucuya haksızlık olur.
Keza okuduğunuzda göreceksiniz, İlhami Emin'in 1974 yılında yazmaya başladığı "Yörük Osman'ın kendini bulma yolculuğu, 2008 yılında olgunlaşarak satırlara dökülüyor. Ama bu yolculuk ne 1974 yılında başlıyor ne de 2008 yılında sona eriyor.

İlmik ilmik satırlarla örülen ve her satırına yazarın kendine has tarzıyla bilindik dilbilgisi kurallarını yıkarak, noktaya virgüle ihtiyaç duymadan anlattığı romanı; okuyucuyu ilk başlarda biraz zorlasa da, romanın büyülü bir şekilde okuru içine çekme gücüne sahip bir akışı var.
Bu büyülü yolculuğun gezgini olan okuyucu, noktayı aramayacak denli nefesini tutacak, virgüle gerek duymayacak çünkü soluklanma ihtiyacı hissetmeyecek. Bu kitapta, "Yörük Osman"ın rüyalarının gerçekle buluşmasına tanık olacaksınız.

Kendini Bulma Yolculuğu

Düşleriyle gerçekliği içiçe yaşayan Yörük Osman'ın kendini bulma arayışı, çok küçük yaşlarda Yelova köyündeki dedesi Sufi Mehmet Ağa'nın "herkesin dallardaki yapraklar kadar sayısız günahı vardır" deyişiyle başlıyor.
Babasının nasıl Melami dervişi olduğunu merak eden Osman, Derviş Mümin'in "gir de gör" dediği andan itibaren melamilik felsefesini tanımaya başlayarak, babası ile efendibaba mirası saydığı tasavvufun hayatına anlam kazandıracağına inanır.
İlkin dedesi Sufi Mehmet ağadan Hacı Bektaş Veli’nin duvarı dahi nasıl yürütebileceğini öğrenir. Bunun cevabını bulabilmek için Hacı Bektaş'a gitmeyi aklına koyar, ancak önce babası ile dedesi Yörük Ahmet ağa ve efendibabası Şeyh Abdürrahim beyden miras edindiği son melami piri Nur-ül Arabiyi araştırmaya başlar.

Yörük Osman'ın rüyalarında başlayan arayışı gerçekle iç içe geçerek, yolculuklara dökülür. İlk olarak Konya’ya Mevlana’yı ziyarete gider. Konya’daki ilk gecesinde rüyadan rüyaya atlayarak beyaz bir kuşun kılığından çıkıp beyaz bir güle dönüştüğünü görür. Mevlana ile sohbet eder, Şems’i keşfeder.
Nevşehir'in Şems otelinde bir yakaza halinde, Şems ile Mevlâna'yı aynı gül ağacının dibinde görür. İkisi birdir hayalinde. Gördüğü gül ağacının kökündeki Şems ile Mevlâna bir sabah ışığından ibarettir.
Balkanlar'ın Ağlardağı'ndan ta Toroslar'a kadar tek başına gelir Yörük Osman, Kaygusuzla karşılaşmak için beşyüz yıllık bir dönem aşılmış olur, çünkü Kaygusuz'un ruhen dahi olsa hala yaşadığına inanır. Ona göre; insan türü ölü yaşayanlar ile yaşayan ölülerden ibarettir. Bazı insanlar kendilerini hayatta sanırken de ölüdürler. Kaygusuz gibiler ise beş yüz yıl sonra da yaşayabilirler.
Torosları gezerken dağların, taşların ağlayıp sızlamasını hisseder, Abdal Musa'nın ruhunu yanında görür. "Dünyanın neresinde bulunsalar yörükler yalnız maddi açıdan yoksul olabilirlerdi." Bu sözleri içinden söylediyse de dedesi Sufi Mehmet Ağa karşısındadır. Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal'dan söz edince Kalkandelen'in Bektaşi Tekkesi Cemaati Yörük Osman'ın her sözünü yutar gibi olur. Tekke babasının "bizim dergâh sizin için daima açıktır" sözlerini işitir.
Tekke köyünde kadın ile erkeklerin birarada icra ettikleri semâhı izler. Semâh'ı izlerken Yunus'un kırk gün çile çıkaramadan Konya Mevlevihanesi'ni niçin terk ettiğini anlar; Dağların özgür göklerinde istediği an uçabilen Yörük Yunus, Mevlana'nın katı tekke kurallarına ayak uyduramazdı.

Yürüyen Duvar

Tekke köyünde kahvelerini içerken Yörük Osman yol arkadaşlarına çocukluğunda dedesi sufi Mehmet Ağa'dan işittiği Yürüyen Duvar rivayetini anlatır; "Evet tümü kendi duvarları ile dağlarını yürütüp aydınlığı ta Balkanlara saçtılar." Bütün köy sakinleri hayallerinde bir yolculuk yaparlar  ve hep birlikte semâha kalkarlar. Dağların taşların sızlayışını hisseder Yörük Osman. Sufi Mehmet Ağa dedesinin, "şu dallardaki yapraklar kadar günah" sözlerinin anlamı tam karşılığını burada bulur.
"Dünyanın neresinde bulunsalar yörükler yalnız maddi açıdan yoksul olabilirlerdi. Din insanı Allah yoluna çıkarır, başıyla olduğu gibi kalbiyle de yürümesini öğretir. İman ve yalnız imana sahip olan hayvanlardan farklı olarak ayakları üzerinde yürür insanın gerçek ayakları ise başındadır. Yürüyen ya da yürüten baştır, ayaklar değil, pirimiz Hacı Bektaş Veli başındaki beyni sayesinde duvarı da yürütmüş oldu."
Yörük Osman'ın yolculuğu sürer. Daha sonra kendini Makedonya'da ikinci dünya savaşından sonraki yıllarda Ağlardağ  yörükleri arasında bulur. Diyarları aşarak Akhisar'a gelir. Köylülerin göçlerle ilgili olan bilgilerini yoklar. Anlattığı menkıbelerle köylüleri adeta büyüler.
Kaygusuz ile yaptığı manevi yolculuğu sırasında Mısır'ı da ziyaret eder. Burada da ilginç olaylar yaşar.

Kitabın sonlarına doğru Melamilik hakkında da kısa bir bölüm yer alıyor. Yazar melamilikle ilgili bilgilerin çoğunu son büyük Melami Şeyhi İstipili Abdürahim Bey'den aldığını belirtmiş. Hacı Bayram Veli'nin âşkıyla Anadolu'da yeni bir düşünce inanç ve yaşam tarzı getiren melamilik, ondokuzuncu yüzyılda kendini adeta yeniler. Vahdet-i Vücud görüşünü islam edebi içinde şekillendiren melametin ondokuzuncu yüzyıldaki yeni ışık saçanı Elhac Seyyid Muhammed Nurül Arabi melamiliğin üçüncü ve son döneminin kutbu olarak kabul edilince, devrinin büyükleri onun ışığı etrafında Osmanlı'nın kararmaya yol tutan ufuklarını dahi yeniden aydınlatmaya çalışırlar.


Semiha Kavak
Star Kitap Gazete

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder