19 Eylül 2014 Cuma

Kalibre ve Hiçlik



Önce “söz” vardı. Yalan! İttirin gitsin “s”yi. Önce “öz” vardı. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. Zaten eğer olsaydı; “laf” olup, beri gelirdi. Geldi mi? Hayır, gelmedi. Her birimiz, harf taifesine karışan hilkat garibeleri yani; bir ucundan “yok”ları “tur”lama peşindeyiz. Ne zavallılık! “Yok-tur.”
Peşinde olduğumuz bu: Freud diye birşey yok-tur dedi biri. Şimdi sırada şu var: Tek yüz diye birşey yok-tur. Burdayım; iki yüzlüce. Bir yandan kimsenin izlemediği, üstelik izlemek de istemeyeceği filmler anlatmak için. Lafı, karnı deşilmiş bir dananın  ince bağırsakları boyu uzatmaktan çekinmeksizin hem de. Boş lafa karnı açlar arıyorum ey ahali! Tok olana laf beğendirmek zordur bilirsiniz. Umutsuz bir arayış: Tokluklardır çünkü çağı tanımlayacak en yalın sözcük. Diğer yandan hem kendimi anlatmış gibi yapıp, hem de doğru anlaşılmamanın bir yolunu bulmaya çabalıyorum. Kaç kere söyledim işte; hep doğru anlaşılmaktan korktum. Yine diyorum: hanginiz korkmadınız sanki? Hangi yüzle korkmadınız peki söyleyin? Bir yüz, iki yüz, üç yüz, düzinelerce yüz ve simanın sürprizi: Yüz-süzlük!Soyulmuş, tüm katmanlarından özenle açımlanmış bir soğan gibi buradayım nihayet. Öyle masumum ki şu dakika, bir tek masumiyetten uzak olanlar farkedebilirler. Yüzsüzüm; arınmış haldeyim yüzde yüz

Bir film anlatacağımı düşünüyorsunuz değil mi? Yalan değil, anlatacağım; bulaştım bir defa Bela’ya. Üst üste aynı adamın filmlerini anlatmak adetim olmadığı halde; herkesi dibine kadar sıkıntıdan patlatmak pahasına anlatacağım. Yalnız bir farkla. Bu kez filmin bir tek  adı olacak. Çünkü adı yetecek bütün yazıyı baştan sona “Lanet”lemeye. Ötesi? Ötesinde boş laf. Ötesinde, nesneleri olduğu gibi kabullenme bilgeliğinden yoksun olan birinin, onlara sembolik değerler, alegoriler atfetme haltı işlemesi. Ötesi berisi bu işte. Film; yine Bela Tarr’in 1988’de çektiği Lanet/Damnation. Yine siyah-beyaz, yine Mihaly Vig müzikleri. Şimdi piyano sustu; şimdi akordeon zamanı.

Tarr’in filmlerinde; belâ geliyorum der açık açık. Fakat kör kör bakarız istisnasız: Gösterilmez, çünkü belâ, etraflıca gösterilemeyendir. Nasıl ki gündelik hayatta da olduğu gibi kavrayamıyorsak, yine kavrayamayız. Depremler kılığında, okyanusların bozulan gel-gitlerinde, arıların yönsüzlüklerindeki sebeple, zulmün aldığı alkışla, hezeyanın aklı örtüşüyle; yalnızca ayak seslerini değil, nefesini ensemizde duyarken bile ne kadarını etraflıca görebildik belânın? İşte tıpkı öyle, fiksiyon aleminde de tek bildiğimiz belânın “geliyorum”dediğiydi. Artık değerlendirmek zamanı kaldı mı? Yoksa yer delinip, gök çöktüğünde nasılsa anlayacağız diye acele etmiyor muyuz? Ah nasıl da yalan telaşımız! Telaşa bile kapılmıyoruz; doğrusu bu!

Kaba sıvaları kavlamış gri bir binanın hemen yanında bir yığın insan bekleşiyor. Yağmur yağıyor bir yandan. Bakışları birbirini andıran, ifadeleri yuvarlanan misketler gibi dağınık bir yığın insan. Niçin bekliyorlar? Nedir bekledikleri? Buna yanıt aramak şimdi her zamankinden budalaca.Bekleşiyorlar işte. Herkesin farklı bir nedeni olsa beklemek için; ne hikayeler tertip ederdik öyle değil mi? Halbuki hepsi aynı beceriksizlikle hülasa edilmiş olanı bekliyor. Bekledikleri aynı. Anlatılacak bir yanı yok. Bekleyişin kendisi, tüm diğer bileşenlerinden kopmuş, öylece binanın köşesine yerleşmiş. Yağmurdan başka tahammül edilebilir bir eklenti kalmamış. Sonra derken bir “yarık”. Evet evet, bildiğiniz anlamda, duvarın gövdesinde sızı gibi bir yarık beliriyor. Yağmurdan içerikler edinmiş, külrengi bir yarık. Ona ilişkin sorular da sormayacağız. Ne zaman belirdi ilk? Ne zaman, ne zaman? Bırakın bunları! Şöyle bakın bir de: Yarık; zamanın kendisi.

Bütün gayret, her sokağın karanlık eklemine eğilmiş, yağmur sularında sürten sokak köpeklerini dikkate almak. O kadar her yerdeler ki; o kadar gece ve yağmur onlardan yapılmış ki, artık kimsenin umrunda değiller. O ve diğer organik kalıntılar, dünyayla aramızdaki bir tüneldeler. O tüneli yoklayalım biz; çöp kamyonları geldiğinde aydınlanacak olan tünel. Girmiyorlar içeri; girmiyoruz. Tuhaf ve dağınık odalarda buluyoruz onun yerine kendimizi. Pencereleri var hepsinin de; ortak olan tek şey pencerelerinden görünen. O da ne? İçinizden biri “Ama benim evim deniz görüyor” mu dedi? Bir diğeriniz; “Benimkisi bir dağın yamacını” mı? Güldürmeyin beni! Aynen dediğiniz gibi; onları gören sizin evleriniz, pencereleriniz. Size ait ve açık değil o manzara. Siz herbirinde tek şey görebilirsiniz: Korku ve yalnızlık. Diyelim ayrımsayamadınız. O halde, görüp görebileceğinizi adlı adınca söyleyeyim size: Boşluk! Nedeni çok basit. Çünkü nesneler, nesne olmayana asla büsbütün açımlamazlar kendilerini. Fakat işin tuhaf ve çıldırtan yanı şu ki; özneler de nesne-olmayana büsbütün açmazlar kendilerini. Boşluk olan manzara eksiksizce görür bizi; içerir bu nedenle. Halbuki biz, nesnelerin karşısında duran ve nesne-olmayışı kavrayışımızdan ibaret öznelliğimizle, katiyen nüfuz edemeyiz doğalarındaki kusursuzluğa. Bu manzara tek renk ve tek biçim. Yoksa her birinin yatağı farklı bir dağınıklıkta. Çarşaflar ve battaniyeler her birinden öyle farklı açılarla ve öyle benzersiz sarkıyor ki şaşarsınız. Odalardayız. Duvarların birleşip bize ayırdıkları boşlukta.Kimin bu evler? Az önceki kimindi? Nasıl geldik birdenbire buraya? Derdiniz ne sizin! Ev işte; hepsinin bir kokusu, bir sahibi var. Sizin sandığınız evlerin bile. Pencereden bakıyorsunuz durmadan. Ana rahmi gibi tanıdık. Görmek için değil, kafanızdaki manzaranın değişmezliğini her sabah yeniden teyid etme mecburiyetinden. İstediğiniz pencereden bakın; ev kiminse kimin, manzara değişmez sanırken birden değişti işte:Evrensel ve âdilane. Değişti manzara hem de topyekun.

Anlar arasında ardısıralık ilişkisi; Şimdi’ye sokup çomağını karman-çorman eden de kim? Atmış oltasını bekliyor. An avcısı. “Hafıza” diyorsunuz siz ona: Sazanız biz. Takıldık işte, çekiliyoruz gerisin geri. Önce “söz” vardı. Yalan! İttirin gitsin “s”yi. Önce “öz” vardı. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. Zaten eğer olsaydı; “laf” olup, beri gelirdi. Geldi mi? Hayır, gelmedi... En iyisi başa dönün.


İma C. Özkan
Ayna İnsan Sayı:12

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder